Yaklaşık sekiz yıl önce yazdığım kısacık bir öykü buldum bilgisayarımda:
🎁
“Niye böyle tuhaf bir yerde buluşma teklif etti ki bana?” diye hayıflandı genç kız.
Tıklım tıklımdı Olgunlar Çarşısı. Üniversiteliler, liseliler, veliler o kitapçıdan ötekine girip çıkıyorlardı, okulun ilk haftası tüm ihtiyaçlarını alabilmek için.
“Nereden bulacağım şimdi ben seni?” dedi yalnızca kendisinin duyabileceği bir sesle.
Bir çocuk gibi canlı ve cıvıl cıvıl olan sokaklarda yürürken ciğerine çekti Ankara’nın hüzünlü kokusunu. Gökyüzüne baktı, şehir göz kırpıyordu.
“Abla kimi aramıştın?” diye soran satıcıya, “İmkân Kitabevi’nin yerini biliyor musunuz?” dedi.
“Yukarıya çıkın, ileride.” sözlerinin kılavuzluğuyla ilerlerken sabırsız gençler, heyecanlı çocuklar, kaygılı yetişkinler gördü. Hayat denen rüyanın telaşı insanları sarmıştı. Sokak canlıydı, ayaklarının altında titriyordu. Birden kalabalığın içinde yapayalnız, desteksiz hissetti kendini, babasının öldüğünü hatırlamıştı.
🎁
“Gel tıpçı, hoş geldin” sesiyle irkildi. Sinan’dı bu. İlkokulu beraber okumuşlardı. Sıkı dostlardı, çocukluk arkadaşlarıydı. Hal hatır sordular. “Görüşmeyeli neler yaptın Ayti?” Sinan, Aylin’e hep öyle derdi.
“Babamı kaybettim. Pek hoş bir lise hayatı geçirdiğim de söylenemez. Anne de yok zaten, yurt köşelerinde öldürdüm yıllarımı.” Aylin’in gözlerinde bir bulut oluşmuştu.
“Gazi Tıp’ı kazandığını duydum, tebrik ederim” dedi Sinan, içten bir şekilde gülümseyerek.
“Sağol” dedi Aylin, gülümsemeye çalıştı ama yapamadı. Masrafları bursunu ikiye katlıyordu ve bu yüzden maddi sıkıntılar içinde kıvranıyordu. Konuyu değiştirmek istedi: “Sen nereyi kazandın?”
“Biliyorsun hayalim turizm işletmeciliğiydi” dedi Sinan oturduğu yerin yukarısında asılı Antalya tablosunu göstererek. “Babamla anlaşamadık, okumamı istemedi. Kitabevini bana devredecek.”
Sinan’ın yüzündeki gülümseme burulmuştu.
“Ama…” dedi Aylin şaşkınlıkla “Turizm senin senelerdir hayalindi, ilk tanıştığımızdan beri!”
“Hayallerim asılı duruyor” dedi Sinan yukarıdaki tabloya bakarak.
🎁
Aylin Sinan’a acımıştı. Tüm rüyası deniz ve kumsallar olan birisi, gençliğini kapalı küçücük bir dükkânda geçirecekti.
“Mutluluk almak değil vermektir.” dedi Sinan. “Benim hayalim duvarda asılı diye, sevgili arkadaşımın da hayallerinin asılı kalmasına izin veremem.”
Sinan yukarı raftan bir şeyler indirmeye başladı. Aylin olanı biteni anlamaya çalışıyordu. Nihayet Sinan kasaya geçti, elindeki kitapları renkli bir şeritle bağladı, fiyonk yapıp Aylin’e uzattı: “Doğum günün kutlu olsun!” Aylin bir çığlık attı. Sinan’ın hediye ettiği kitaplar, Aylin’in maddi sıkıntı yüzünden alamadığı ve yarın muhakkak derse getirmesi gereken tıp kitaplarından başka bir şey değildi.
Bir yanıt yazın