Not düşülsün kişisel tarihime, bugün 14 Aralık 2021, günlerden salı. Konya şehrinin BÜSAN namlı sanayi bölgesinde, 1,5 yıldır çalıştığım işyerinin giriş bölümünde, yağmuru seyrederek Antroposen’in ilk üç şarkısını dinliyorum: Holosen, Habil ve Kabil, Şimdi Göğe Dolduk. Hem öğle arası bitiyor diye hem de hislerimi unutmamak için geri kalanını birkaç saat sonra dinlemek üzere yukarıya çıkıyorum, masama oturuyorum ve bilgisayarda not defterini açıyorum. Bu satırları yazarken sağ alt köşede 13.27 yazıyor.
Bugün maNga, ilk albümünün çıkışının 17. yıl dönümünde, beşinci stüdyo albümü Antroposen’i yayınladı. Uzun bir hazırlık döneminin sonunda çıkan bu albümün adı, “insan çağı” anlamına geliyor. 2020 yılı sonunda insan yapımı nesnelerin ağırlığı dünyadaki tüm canlıların ağırlığını aştığı için yaşadığımız döneme antroposen adı verildi.
Antroposen Çağı: İnsan yapımı nesnelerin ağırlığı dünyadaki tüm canlıların ağırlığını aştı
Bu arada “adam, insan” anlamına gelen “antrop/antro” kökünün İskender adında da bulunduğunu biliyor muydunuz? İskender’in aslı Aleksandros’tur, yani alekso + andros = savunmak + adam, “savunan adam”. Araya eklediğimiz bu gereksiz bilgiden sonra devam ediyoruz.
Erdem Yücel’in imzasını taşıyan bu kapak tasarımının, albümün ismine ve genel temasına uyduğunu görüyoruz.
Kapak, ayrıntılar açısından son derece zengin. Grup üyeleri yarısı suya batmış oyuncak bebek başının, yani dünyamızın üzerinde oturuyor. Ayrıca suda yüzen bir futbol topu görüyoruz, bu da bir oyuncak; çocukluk teması var. Bu temanın bana düşündürdüğü şeyler şunlar oldu:
- İnsanlığı çocuklar devam ettirir. Ne yazık ki savaşlardan ve fakirlikten en çok etkilenen de çocuklardır. En korumamız gerekenler, en ihmal ettiklerimizdir.
- Ne kadar yetişkin olursak olalım içimizde bir çocuk yaşamaya devam eder. Eğer bu çocuğun farkına varabilseydik duyarsızlaşmazdık, birbirimize karşı empatiyi kaybetmezdik. Dolayısıyla daha mutlu hayatlar yaşardık.
Grup üyelerinin yanında çeşitli eşyalar görüyoruz. İlk dikkat çeken, en ortadaki SPA maskesi. Bunun dışında bayrak, disko topu, kamera, tüten baca, ilk yardım çantası, halı, şemsiye, gitar, olta, radyo, kitap gibi nesneler var. Her biri medeniyeti şekillendiren kavramların birer temsili: ülkeler, eğlence, medya, barınma, gıda, sağlık, tatil, bilim, sanat…
Albüm sekiz şarkıdan oluşuyor. (Ayrıca 001 yazdığını gözden kaçırmamak lazım, ileride devamı gelecek.)
- Holosen
- Habil ve Kâbil
- Şimdi Göğe Dolduk
- Batan Dünyanın Malları
- El Aman
- Alacaklı Topraklar
- Einfach
- Mavi Nokta
HOLOSEN
Albümün enstrümental açılışı. Gitar, ney ve ismini bilmediğim birkaç müzik aletiyle zenginleşen introda ayrıca insan sesleri de duyuluyor. Epik tınılar sizi bir sinema filminde hissettiriyor. Daha doğrusu dünyanın kendisi bir sinema filmiymiş gibi hissettiriyor. Kulaklığı takın, arkanıza yaslanın ve camdan dışarı bakarak klip çekin. maNga etkisi: mükemmel.
Grubun bir önceki albümü Işıkları Söndürseler Bile’nin açılış şarkısı Dem’le yan yana koyduğum zaman tınılarında benzerlik yakalayabiliyorum. Ancak Holosen, Dem’den daha zengin melodiler içeriyor. Dem’de perküsyon çok ön plandaydı, Holosen’de melodiler biraz daha öne çıkarken ritim arka planda.
Bu arada “holosen”, “yeni çağ” anlamına geliyor ve 12 bin yıldır sürmekte olan jeolojik devri ifade ediyor. Bugün hem holosende, hem de antroposende yaşıyoruz.
HABİL VE KÂBİL
Yunus Emre’nin “Bu Ömrüm Yok Yere” şiirinin dizelerinin yer aldığı şarkı, güçlü gitarlar & davul, kalın notalar ve fısıltılı bir vokalle başlıyor: “Kim kime kime kime de dum duma dum dum / Düm teke düme teke de düm teke düm tek…”
Güçlü müzik şarkı boyunca mevcudiyetini koruyor. Yağmur Sarıgül, Cem Bahtiyar ve Özgür Can Öney sert bir rock tınısı inşa ederken sözler başladığında fısıltı geride kalıyor ve Ferman Akgül, üst notalara çıkarak yeteneğini cömert bir şekilde ortaya seriyor. Müzikal tatmin üst seviyelere yükseliyor. Görünen köy kılavuz istemiyor, maNga konserlerinin en aranan şarkılarından birisi olacak.
Gelelim sözlere. Yunus Emre’nin mezkur şiirinden, şu mısralar seçilmiş:
“Bu ömrüm yok yere harc etmişim ben,
Canımı gör ne oda atmışım ben.
Kimesne kimseye etmemiş ola,
Onu ki kendime ben etmişim ben.
Amelim rahtını dürdüm götürdüm,
Kamu assım ziyana satmışım ben.”
Yunus Emre
Büyük mutasavvıf hayatını muhasebeye çekiyor ve özeleştiriyi veciz bir şekilde bizlere öğretiyor. Peki şarkının adıyla ne ilgisi var? Neden “Habil ve Kâbil”? İlk insan Hz. Âdem’in oğullarından biri olan Kâbil, kardeşi Habil’i öldürmüş ve yeryüzünde ilk kanı dökmüştü. İnsanlığın ilk cinayetini işlemişti. O günden beri nice cinayetler işlemeye ve birbirimizi öldürmeye devam ettik. “Kimesne kimseye etmemiş ola / Onu ki kendime ben etmişim ben.”
Dolayısıyla, Habil ve Kâbil, maNga’nın insanlık adına söylediği bir özeleştiridir.
ŞİMDİ GÖĞE DOLDUK
Şimdi Göğe Dolduk, yaylılarla karşılıyor bizi ve ruhumuzu alıp biraz sepya, biraz da gül kurusu renginde bir âleme taşıyor. Bu duygulu müzikteki sözler her ne kadar edebi sanatlarla örülse de mesajını da açık bir şekilde veriyor.
“Çıkış yok evleri yangın yeri / Yok hayatlarının haber değeri”, “Kaçıp kendini kurtaranlar / Duvar örüyor bahçelerinde”, bu sözlerden sadece bazıları.
Nakarat öncesi köprü bölümüne daha yakından bakalım:
“Daha dün annemizin kollarında yaşarken… Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken…”
Çocukluk teması. Albüm kapağında olduğu gibi burada da kendini gösteriyor. Çocukluğun masumiyetini tekrar hatırlatıyor.
Bu arada dinleyenler, şarkının genel havasının Ferman Akgül’ün solo projesi Yürüyorum İçimde albümünü anımsattığını da fark edeceklerdir.
Şarkının Youtube güfte videosunda atlıkarıncalar var. Atlıkarınca, birçok eserde yer almış bir semboldür, çocuklukta yaşanan travmaları temsil eder. Bir oyuncak olması bakımından çocukluğa işaret eder, dönüp durması ve yürümesine rağmen yol alamaması bakımından da travmalara…
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk Hiçbir yere gitmiyor.”
Edip Cansever
·
Yağmur devam ediyor. Öğleden sonra denen zaman dilimi çoktan geldi. Bir yandan çalışırken diğer yandan kalan şarkıları dinleyeceğim: Batan Dünyanın Malları, El Aman, Alacaklı Topraklar, Einfach, Mavi Nokta. Saat 14.44. Kulaklığımı getirmediğime esefleniyorum. Parmaklarım klavyede, çayım yarılandı.
·
BATAN DÜNYANIN MALLARI
Siberpunk bir tınıyla açılan bu hareketli şarkı, albümün ilk turntable içeren şarkısı ve Dünyanın Sonuna Doğmuşum’un Antroposenik ikiz kardeşi. Makam tutkusunu, sosyal medyanın getirdiği popülerlik arzusu uğruna nitelik düşüşünü ve teşhirciliği hedefe koyan şarkı Andy Warhol’un meşhur “Herkes bir gün on beş dakikalığına ünlü olacak.” sözüne gönderme yaparken, sosyal telaşelerde unuttuğumuz insanı acıları da anımsatıyor: “Nuhun gemisi batar / Karaya vurur Aylan’lar”.
EL AMAN
Sözleri Ferman Akgül’ün dedesi Aziz Üstün’e ait olan bu şarkı, gurbetin acısını ve sıla hasretini anlatıyor. Hissettiriyor. Anadolu ozanlarının özlü ve sade ifade gücünü dizelerde hissetmek mümkün. Evinizi özlediğinizde, benliğinizi özlediğinizde, zorluklara tahammül gücünüz azaldığında camı kırınız.
ALACAKLI TOPRAKLAR
Tanımlamakta, tarif etmekte zorlanıyorum. Özgün bir tınısı var desem yetmeyecek, müziğinin sertliği ve melodi zenginliği tam bir dengede desem o da kâfi gelmeyecek, sözleri hem ahenkli hem de anlamlı desem… Ben en iyisi, tam bir maNga şarkısı diyeyim. maNga’nın müzikal olgunlaşmasını ortaya koyan ve defalarca dinlenesi bir şarkı.
Ayrıca şarkı beni 2417 evrenine ışınladı. Sinem Ataklı’nın yazdığı bilimkurgu üçlemesinin evrenine. Devrim’i taze bitirdim ve Alacaklı Topraklar’ı dinlerken Koza’ya, Laza’ya, Gölge’ye, yokluğa hapsedilen çocuklarının ölümsüzlere duyduğu öfkeyi ve çalınan hayatlarına duyduğu özlemi hissettim. Bir gün tüm seriyi ele alan detaylı bir kitap incelemesi yazacağım, o da not olsun buraya.
EINFACH
Einfach, maNga’nın ilk Almanca şarkısı. Erci-E ve Ferman Akgül’ün birlikte yazdığı bu sözler, hoş bir rock şarkısını oluşturuyor. Şarkının orta sertlikte bir tınısı varken sözleri motivasyon içerikli:
“Einfach
Wenn du loslässt, wird es
Einfach
Vertraue diesem Leben
Bleib wach
Sei du selbst, halt dich nicht raus
Erkenne du wirst auch gebraucht
Gebe niemals auf”
A2 Almancam var ama anlamama yetmedi, ben de “güzel ama Almança” diyerek Google Translate’e attım. Şöyle diyormuş (köşeli parantezi ben ekledim):
“Basit
[Akışına] bıraktığın zaman olacak
Basit
Bu hayata güven
Uyanık kal
Kendin ol, bunun dışında kalma
Sana da ihtiyaç olduğunu da fark et
Asla pes etme”
MAVİ NOKTA
Albümün enstrümental kapanış şarkısı Mavi Nokta, ilk saniyesinden itibaren dinleyiciyi hipnoz ediyor. Albüm boyunca Dünya’yı Dünya’nın içinden anlatan maNga, bu outro’da uzaya çıkıyor ve oradan bakıyor Carl Sagan’ın deyimiyle mavi noktaya.
“Tatlı”, neşeli ve zengin melodisiyle, bana hissettirdiklerini şöyle açıklayabilirim: hani Gece Bahçesi diye bir çocuk programı vardı, İgglepiggle adındaki maviş karakter engin bir denizin üzerindeki küçücük teknesinde uzanıyor ve battaniyeyi örtüyordu, gökyüzü yıldızlarla doluydu; ben de bir ötegezegenin denizinde o yıldızlardan biri olan Dünya’ya bakıyormuşum gibi…
GENEL DÜŞÜNCELER
maNga albümlerde kendi “sanatsal evren”ini oluşturan bir grup. maNga’yı sadece dinlemezsiniz. Görürsünüz, duyarsınız. Hatta kokusunu alırsınız. Kliplerden bahsetmiyorum. Sadece şarkılarla bir tür sinestezi yaratabildiklerinden bahsediyorum; mesela dinleyenler anlayacaktır, ilk albüm olan maNga’nın bir evreni vardır, deney tüpünde SPA’ların, sirklerin, havada uçan konser alanlarının ve süper kahramanların olduğu, modernleşmeye çalışan ama camları kırık, binaları yıkık bir şehir. Orada yürüdüğünüzü hissedersiniz.
Şehr-i Hüzün’ün de bir evreni vardır, zamansızlık vardır burada, geçmiş ve geleceğin birbiri içine geçtiği bir İstanbul’un sokaklarında dolaşırsınız, havada garip bir hüzün hakimdir, renkler koyu mavi ve kırmızıdır, biraz soluktur; hava yağmurludur.
Şarkılar bu evrenlerin yapı taşlarıdır. Albümler, klipler ve sair görseller ise destek kolonları…
Bir önceki albüm olan Işıkları Söndürseler Bile’nin en büyük eksiği bana göre buydu. Bir “evren”i yoktu. Tanımlaması gerçekten kolay değil ama ISB’deki şarkıları sevmeme ve hâlâ dinlememe rağmen o bütünlüğü hissedememiştim.
·
Antroposen ise… Başarmış. Evrenini oluşturmuş. Antroposen’i dinlerken zihnimde canlanan şu oldu: Teknolojinin geliştiği, neon ışıkların üst üste bindiği ama insanların robotlaştığı, yaşamın derinliğinin kalmadığı çarpık mimarili bir şehir var. Reklam panolarıyla dolu gökdelenler, koskoca bir ışık kirliliği. O şehrin bittiği yerde kumsal var. Sakin bir kumsal. Masmavi bir deniz uzanıyor… Deniz öyle sakin dalgalanıyor ki köpürmüyor bile… Adeta o şehre karşı sessiz bir protesto. Yeşillik ve hayvanlar yok edilmiş, geçmişe ait, holograma hapsedilen imgeler olmuşlar. Ancak biliyorsun ki denizin açıklarında henüz ayak basılmamış bir ada var. Ağaçlar, çiçekler, hayvanlar o adada. Yıldızlar bile o adadan bir başka görünmekte.
Sen kumsaldasın. Hava soğuk, ellerin cebinde. Yüzünü parlak fuşya ışıklardan çevirmiş, ufka bakıyorsun. Teknen kıyıda demirli. O adaya gidebilirsin ama gitmiyorsun, çünkü peşinden gelebilir ve o saf güzelliği de bozabilirler, ayrıca oraya gitsen ne yapacaksın ki? Önemli olan buralara yaşamı geri döndürmek. Sen de gidersen bu şehir kimsesiz kalacak. Hiçbir yaşam belirtisi kalmayacak, senin kalbinle birlikte son yeşillik de terk etmiş olacak buraları. Bir yanağına şehrin ışıkları vuruyor, diğer yanağına ise denizden gelen rüzgâr. Gece. Bulut yok. Gökte yıldızlar var.
·
·
Yağmur sürüyor. Ortalık sessiz. Bu sefer masamda bir kahve var, yenmiş çikolata kabı, hava hafifçe kararmış, ışıklar açılmış, bilgisayar ekranının sağ köşesinde 17.01 yazmakta…
Albümü defalarca kez dinledim sözleri ve tınısı hepsinin de , beni çok etkiledi. Açıklama getiremediğim beni kendine çeken yerler vardı ve sen onlara tam da aradığım manayı vermişsin. Yazılarını lütfen devam ettir.
Çok teşekkür ederim. 🌸