
GECE YARISI TIKIRTILARI – Gerilim Öyküsü
❝ “Taşındığımız günden beri sürüyor.” dedi yöneticinin karısı, kahve üzerindeki köpüklere bakarak. “Gece yarısı tak tak… Birileri yürüyor sanki. Duvarlarımızın içinde birileri yaşıyor. … ” ❞
Bu öykü Yazı Dükkanı Akademisi‘nin düzenlediği 1. Ulusal Öykü Yarışması’na katılmış ve ilk olarak orada paylaşılmıştır.

“Yazık!” dedi elindeki çatalı masaya atıveren kadın. Çatalla kaşık çarpıştığında bir çınlama duyulmuştu. “Geceleri uyuyamıyorum diyorum sana, bu tıkırtılar normal değil! Artık sıçan mı var, böcek mi var, Allah bilir! Ne biçim apartman yöneticisisin sen?”
Karısının incecik sesinden dolayı başı ağrıyan Kemal gözlerini devirip “Hayret!” dedi. “Bu tıkırtıları bir tek sen duyuyorsun. Kimse şikâyetçi değil! Yahu Meltem’ciğim, gece ve gündüz arasında sıcaklık farkı oluyor ya hani, bu yüzden duvarların içindeki malzemeler de genleşip büzülüyor. Ses gelmesi çok doğal! Her apartmanda olur. Üzme kendini canını sevdiğim.”
Yanağından öpmek için yaklaştı fakat kadın, başını çoktan çevirmişti. “Duvar boşluklarında bir şeyler yaşıyor.” dedi. “Adım atıyorlar. Apartmanı ilaçlamak zorundasın, istila altındayız! Yarın bir olay olursa senin başın ağrır Kemal.”
Şakaklarını ovalayan adam “Ağrıyor zaten, senin yüzünden!” demeyi içinden geçirdiyse de sustu.
“Komşularla hiç konuştun mu?” dedi kadın.
“Yok, hiç şikâyet gelmedi.”
“Özellikle sordun, değil mi? Geceleri tıkırtılar duyuyor musunuz diye sordun.”
“Şimdi…” dedi ellerini kaldıran Kemal. “Ortaya böyle bir şey atıp milleti tedirgin etmeye hiç gerek yok. Zaten gece ses duyan olsa, hele senin dediğin gibi ayak sesi falan duyan olursa gelip söyler. Söylemediklerine göre böyle bir sıkıntı da yok demektir.”
Bu esnada Meltem kaşlarını kaldırmış ve avuç içlerini birbirine vurmaya başlamıştı. “Bravo!” diye bağırdı. “Pes! Akıl edemiyor musun insanların tıkırtıları ‘Yanlış mı işittim acaba? Neyse, çok geç yatmıştım zaten.’ diye geçiştirebileceğini? Veya başka bir ihtimal, kadınlar duyduysa bile kocaları senin gibi hödük olduğu için söyleyemeyeceklerini?”
“Aaa!” dedi kaşlarını çatan Kemal. “Ayıp ettin Meltem.”
“Sen görevini yapma, sonra de ki ayıp ettin.” Kadın yerinden kalkıp sofradaki boş tabakları toplamaya başladı. “Yarın olsun, sana yöneticilik nasıl yapılır göstereceğim.”
“İlaçlamacı çağırayım deme ha! Dairelerden para toplamamız lazım bu iş için.”
“Ay o kadarını ben de biliyorum herhalde! Komşularla konuşacağım.”
Ertesi sabah Meltem üstlendiği görevin ciddiyetiyle erkenden uyandı. Özenle makyaj yapıp diz altı dar eteğini, fırfırlı gömleğini üzerine geçirdi. Elli yıllık Sefa Apartmanı’nın zemin katının kapısını aralayıp merdivenleri çıkmaya koyuldu.
Birinci katın zilini çaldı. Burada ne iş yaptığını bilmediği Emrah isimli bir adam ile onun incecik, gencecik karısı Gülümser oturuyordu. Kapı aralandığında safran gibi saçları omzuna dökülmüş, mavi gözleri yere eğik ve suratı asık bir kadın göründü.
“Buyur abla!”
Meltem acıyla yutkundu. Gülümser’in sağ gözüne kan oturmuştu. Adının aksine pek gülümseyemezdi, Gülümser. Yüzünün muhtelif yerlerinde daima morluk olurdu. Kemal ve Meltem birkaç kez polise bildirmişlerse de “O benim kocam.” demişti yirmi yaşında, üç yıllık evli olan kadıncık. “Sever de döver de!”
“Selam canım, nasılsın?”
“Çok şükür abla, iyiyiz. Sen nasılsın?”
Apartmana henüz iki ay önce taşınan Meltem, diğer komşulardan bu çiftin bir zamanlar Ramazan adında bir bebeği olduğunu öğrenmişti. Ne var ki bebek altı aylıkken ortadan kaybolmuş -bu olayları anlatan üçüncü kattaki komşu, Emrah’ın bebeği öldürüp bir yere attığından oldukça emindi- sonuçsuz aramalardan geriye psikolojisi oldukça bozulan bir anne kalmıştı. Bu yüzden olacak, tekil sorulan sorulara çoğul cevap verirdi Gülümser.
“Geceleri hiç tıkırtı duyuyor musun?”
“Anlamadım abla.”
“Gece diyorum, ses geliyor mu duvarların içinden? Apartmanda fare olduğundan şüpheleniyoruz.”
“Yok, gelmiyor. Duyarsak haber ederim abla.”
“Tamam, teşekkürler.”
Sıra, medyumluk yapan bir karı kocanın oturduğu ikinci kattaydı. İlkokul mezunu yaşlıca bir kadın olan Emine ve kocası Ümit, cin çıkarma seanslarıyla mahallelinin bitmez dertlerine deva olurdu. Zili çekinerek çalan Meltem birkaç adım geri çekildi.
Kapı aralandı. İlkin ağır, yağlı bir koku duyuldu. Sonra kareli gömlekle örtülmüş koca bir göbek göründü, ardından da göbeğin sahibi: kafasında sararmış takke, elinde tahta tespihle fısır fısır bir şeyler mırıldanan Ümit.
“Selamlar Ümit Bey, ben…”
“Buyur kızım, ne oldu?”
“Gece tıkırtı duyup duymadığınızı sormak için gelmiştim. Apartmanda fareler olduğundan şüpheleniyoruz.”
“Kızım biz uyuyamıyoruz!” dedi. “Kaç gecedir uyuyamıyoruz!”
Meltem rahatlayarak nefesini vermişti ki “Fare yok kızım.” dedi medyum. “Bu tıkırtılar ne, biliyor musun? Cin! Cinler basmış bu apartmanı.”
“Ne?” diyen kadın şaşkınlığını üzerinden çabucak attı. “Okuyup üfleseniz de bu cinler gitse ya!”
“Bu cin kabilesi çok güçlü.” dedi gözleri endişeyle irileşen adam. “Benim gücüm yetmiyor. Birkaç hoca toplanıp okumamız lazım. Bak kızım, iki yıl önce aşağıdaki Emrah’ın çocuğu kayboldu. Zaten sürekli ağlıyordu çocuk, artık dövdü mü ne yaptıysa. Geçen yıl da yukarıdaki şu… Müdür olan adam var ya, sen söyle adını, onların evlatları kayboldu.”
“Doruk mu?” dedi Meltem. Üçüncü katta Metin ve Seda çifti vardı, ikisi de çalışıyordu: biri müdür, diğeri ise bir plazada sekreterdi. Halleri vakitleri yerindeydi.
“Yanlışın var, Doruk kayıp değil, İngiltere’de yaşıyor. İngilizce öğrensin diye yurt dışındaki akrabalarının yanına göndermişler.”
“Madem öyle neden bir kez bile eve gelmiyor çocuk? Ben sana diyeyim kızım, bunlar bu çocuğu yitirdiler. Ele güne rezil olmayalım diye söyleyemiyorlar. Bir apartmanda iki kayıp vakası! Cinlerden başka hiçbir açıklaması olamaz!”
Meltem koşar adım üçüncü kata çıktı ve kapıyı çaldı. Hafta içiydi, dolayısıyla o an dairede kimse yoktu.
Geriye dördüncü ve son kat kalmıştı. Burada Ayşe adında, Sefa Apartmanı’ndaki tüm dairelerin sahibi olan ve kira geliriyle geçinen pek yaşlı bir kadın yaşardı. Kulakları ağır işitirdi, bu yüzden geceleri tıkırtı duymak bir kenarda dursun, yönetici eşinin söylediklerini bile zor anladı. Hüzünlü bir eda ile “Gel kızım.” dedi, “Kahve pişireyim sana. Sen de anlat bana olan biteni.”
Evin her yeri eşya doluydu. Biblo ve kristal tabakların sergilendiği vitrinler, duvarlarda sıra sıra tablolar, dantellerle süslenmiş koltuklar… Meltem, salonda tek kişilik bir koltuğun ucuna ilişti. Birkaç dakika sonra gümüş renkli saçları tülbendinden taşan Ayşe Hanım gümüş tepsi getirmiş ve dumanı tüten kahveyi misafirinin önüne koymuştu.
“Taşındığımız günden beri sürüyor.” dedi yöneticinin karısı, kahve üzerindeki köpüklere bakarak. “Gece yarısı tak tak… Birileri yürüyor sanki. Duvarlarımızın içinde birileri yaşıyor. Benimki, güya yönetici, hiç ilgilenmiyor bu meseleyle. Ben de komşulara sorayım dedim ki eğer bir sorun varsa ilaçlayalım.”
“Sakın!” dedi Ayşe. “Katil olursunuz.”
Meltem bu cümleye anlam veremedi ve şaşkınlık içinde üst komşunun suratına baktı.
“Diğer dairelerle de görüştün mü?”
“Görüştüm. Şu ikinci kattaki hoca çok tuhaf şeyler söyledi. Sedaların çocuğu Doruk aslında İngiltere’ye gitmemiş. Kayıpmış. Bir binada iki kayıp çocuk! Gerçi… Bir şarlatanın söylediklerine itibar etmemek gerek.”
“Üç.” dedi bildiği sırların ağırlığıyla omzu çökmüş ihtiyar kadın.
“Ne?”
“Üç… Üç çocuk kayıp. Bu arada, bu Ümit denen sahtekârın hangi suçtan sabıkalı olduğunu biliyor musun?”
Meltem gözlerini irileştirdi. “Ne yapmış ki?”
Ayşe yüzünü buruşturdu. “On yıl önce, ‘sarkıntılık suretiyle çocuğun cinsel istismarı’ suçundan 4 yıl cezaya çarptırılıp 6 ay hapiste yattı.”
“Yoksa… Üçüncü kayıp çocuk…”
“Hayır.” dedi yaşlı kadın. “Şarlatanımızın bu apartmandaki olaylarla şimdilik ilgisi yok.”
Kahvesinin köpüğüne dalan Meryem derin bir nefes aldı. Saniyeler süren sessizliğin ardından “Acaba o kayıp çocuklar şimdi ne yapmaktalar?” diye sordu.
Ayşe’nin sesi tok ve kararlıydı. “Bilmeye hazır mısın?”
“Nasıl, yani sen… O çocuklara ne olduğunu biliyor musun?”
“Ramazan, altı aylıkken annesi tarafından öldürüldü. El kadar bebeği döve döve canından etti, komşumuz Gülümser. Kocasının dayakları altında dayağı sevgi zannetmeye başlayan hasta kadın, çocuğuna da sevgisini böyle gösteriyordu işte.”
Apartman yöneticisinin karısı ağzını araladı fakat ses çıkaracak takat bulamadı. Kanı donmuştu. Hatta en üst kattaki komşularının akıl sağlığından şüphelendi ama renk vermeden dinlemeye devam etti.
“Doruk… Çocukcağız ilgisizlikten duvarlara vuruyordu. Annesi babası üç gün tatile gider, çocuğu da odaya kilitlerlerdi. Tencereyle yemek, poşette ekmek, pet şişede su veriyorlardı. Bir de boş şişe veriyorlardı ki altına yapmasın.”
Ayşe yerinden yavaşça kalktı. Misafirinin göz bebeklerinin içine bakarak “Bunadığımı, uydurduğumu düşünüyorsun, değil mi?
Meltem suçüstü yakalanan birinin telaşıyla “Olur mu öyle şey?” dedi, oysa bunlar zihninden geçenlerdi. “Sadece merak ediyorum, bir apartmandaki herkes kötü olamaz ya!”
İhtiyar kadın konsolun yanına kadar yürümüş ve çekmeceden bir fotoğraf çıkarmıştı. “Ramazan, Doruk… Üçüncü kayıp çocuğu sormadın.”
Diğerinin sessiz kalması üzerine “Sıla.” dedi. Gurbeti anlatan bir şarkıyı mırıldanır gibi, hüzünle söylemişti bu sözcüğü. Lise üniforması giymiş esmer bir kızın fotoğrafını Meltem’e verdi.
“On beş yıl önce sizin şimdiki dairenizde annesiyle tek başına yaşıyordu güzeller güzeli Sıla. Mimar olmak istiyordu. Hafta sonlarını deneyimli mimarların yanında geçirir, işi erkenden öğrenmeye çalışırdı. Bu apartmanın planını bulmuştu. Binanın asansörlü olarak tasarlandığını fakat bütçe yetersizliğinden dolayı asansör yaptırılamadığını öğrenmişti.
Bir gün okul dönüşü tecavüze uğradı. Cahillerle tıka basa dolu bu mahalle Sıla’yı kötü kadın ilan ettiler. Gençliğini, çalışkanlığını kıskandıklarından dolayı bu olayı fırsat bildiler. Yüzüne bir şey diyemediler. Arkasından ise yüreklerinin çirkinliğini kustular. Sıla utandı. Kendisinden değil tabii. İnsan topluluklarındaki kötülük potansiyelinden utandı. Bir gün yerde gökte aradık da bulamadık onu. Apartmandaki asansör boşluğuna saklandığını sonradan anladık.
Sadece annesi ve ben bildim bunu. Sıla’yı oradan çıkmaya ikna edemedik. Zorla çıkarmayı denedik ama bütün girişimlerimiz Sıla’nın kendisine zarar vermesiyle sonuçlandı. Arkamızı döndüğümüz an kendisini öldürmeye çalışıyordu. Yalnızca asansör boşluğunda rahata eriyor, oradayken yaşamaya gücü oluyordu.
Zamanla biz de bu durumu kabul etmek zorunda kaldık. Hem apartman boşluğu, rezil insan suretlerinin var olduğu dış dünyadan daha iyi değil mi? İhtiyaçlarını karşıladık. Üstelik sırra kadem basmasına rağmen hâlâ arkasından konuşan, rahatsız etmek isteyen insanlar vardı mahallede. Evi satıp da uzaklara taşınacak gücümüz yoktu. Belki de Sıla kendisi için en iyisini bilmişti.
Evet, gece duyduğunuz sesler Sıla’ya ait. Bu yüzden dedim ‘ilaçlarsanız katil olursunuz’ diye. Hâlâ asansör boşluğunda yaşıyor. Duvar boşluklarında geziniyor. Onun isteğiyle kiracılarımı özel olarak seçiyorum. Çocuk istismarcılarını tespit ediyor, bu aileleri binama çekiyorum. Çocuklarını kaçırıyor, bir süre apartman boşluğunda sakladıktan sonra farklı kimliklerle uzak şehirlere evlatlık veriyoruz. Bu tür işleri oğlum hallediyor. Sıla çocuklara bakıyor, ben de geride kalan ailelerini yok ediyorum. Bugüne kadar yirmi aileyi iz bırakmadan yeryüzünden sildik.”
“Sildiniz mi?” dedi Meltem, büyüyen gözlerle.
“Ne yapayım! O körpe bedenlere işkence yapanların, tecavüz edenlerin güvenlikli bir cezaevinde, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında yaşamasına göz mü yumayım? Yaptığımız yasa dışı ama vicdanımızın yasalarına gayet uygun! Bu kişiler… Utanmıyorlar Meltem. Utanmayı bilmiyorlar. Utanmak, mağdurların sırtında bir yük gibi kalıyor. Önlerine sunduğum zehirli kahveyi içerken bile can çekişen canavarların korku ve öfkelerini görüyorum yüzlerinde. İnsanlıkları yok, pişmanlık duymuyorlar.”
Bu sırada zemin katın sakini, kahvesinin son yudumunu içiyordu. Püskürttü ve “Ben bir şey yapmadım! Benim çocuğum bile yok!” diye bağırdı. Ayşe ise gülüyor, “Korkma.” diyordu. “Kahvende bir şey yok. Sizi buraya kötü bir aile olduğunuz için değil, çok yaşlandığım ve yakında öleceğim için getirdim. Evi size miras bırakacağım. Benim yerime siz Sıla’ya bakacak, yeni aileleri çağıracak ve eski aileleri yok edeceksiniz. Şimdi mutfağa gel de zehri kahveye nasıl koyman gerektiğini göstereyim.”
Leave a Reply