Dünyanın En Büyük Sorunu

TOBB ETÜ‘de öğrenciyken seçmeli olarak aldığım; açılan ufkumla, bilgilerle, ışıkla ve güzel anılarla hatırladığım “Bilim, Etik ve İnsan” dersinin final sınavında dünyanın en büyük sorununu tanımlamamız ve bir çözüm önerisi getirmemiz istenmişti.

Düşünmesi oldukça ilham verici bir konuydu. Dünyanın bir yerlisi, bir parçası olarak varoluşu tattığımız şu gezegenin bir sorununu çözme umudu, ilham perilerini çağırıyor ve zihni bir saatin çarkları gibi çalıştırıyordu.

İki saat amfiye kapanıp soru çözdüğümüz sıradan bir sınav değildi; tam hatırlamıyorum ama bir ay yahut bir hafta süresi vardı. Bir makale yazacak, dünyadaki en büyük problemi tanımlayacak ve adım adım çözüme gidecektik. Ben de 6 Nisan 2019’da şunları yazdım:

Dünyanın En Büyük Sorunu

Bir soruya cevap vermenin tek yolu, o soruyu çok iyi anlamaktır. “Bu dünyanın en büyük sorunu nedir?” sorusuna cevap verebilmek için öncelikle “sorun” kelimesini tanımlamamız gerekir. Örneğin Dünya’ya meteor çarpmış olması bir sorun mudur? Dinozorların soylarının tükenmesi ya da canlıların yaşamak için birbirlerini öldürmek zorunda olmaları bir sorun mudur?

“Sorun” kelimesinin TDK’da tanımı şu şekilde geçmektedir:

1. Araştırılıp öğrenilmesi, düşünülüp çözümlenmesi, bir sonuca bağlanması gereken durum, mesele, problem.

2. Sıkıntı veren durum, dert. [1]

İlk tanım, “sorun”un sadece insanı ilgilendirdiğini ifade eder; zira araştırıp öğrenme, düşünüp çözümleme ve sonuca bağlama eylemleri sadece insan tarafından yapılabilir. Diğer canlılar araştırma yapamazlar, içgüdülerinin ve evrimin gereğini yapmaktan dışarı çıkamazlar. Örneğin ceylanların aslanlardan kurtulması için barikat kurması, yeni savunma taktikleri araştırması düşünülemez. Ceylanlar sadece koşar ve güçsüzlerini aslanlara yem ederler, çünkü koşmak soylarını devam ettirecek bireylerin hayatta kalması ve çarkın dönmeye devam etmesi için yeterlidir.

Eğer insan dışındaki hiçbir canlı doğanın türünün başına getirdikleri “sorun” etmiyorsa, ilk sorumuzun cevabına ulaşıyoruz: Hayır, doğanın doğal işleyişinin kapsadığı hiçbir yok oluş eylemi sorun değildir.

İnsanın sorun anlayışı, son derece bencil bir çerçevede yine insan türüne zarar veren eylemler olarak kalacaktır. Doğadaki diğer türleri yine kendi geleceğimiz için korumak istiyoruz. Küresel ısınmaya, eziyet edilen hayvanlara, tüketimin kontrolsüzce artmasına çıkarsızca üzülen vicdanımız yine bizi, bizden koruyor. Başka bir deyişle başkalarını kurtardıkça kendimizi kurtarıyoruz. Yine de “sorun” ve “çözüm”, insan odaklı ve insan için olan kavramlar olarak kalıyor. Bundan sonra “Bu dünyanın en büyük sorunu nedir?” sorusuna rahatlıkla şu cevabı verebiliriz: İnsanlığa kısa, orta ve uzun vadede zarar veren her şey.

Geniş Bir Kavramı Spesifikleştirmek

Yüzyıllardan beri bilinen ve güçlü ulusların, zayıf uluslar üzerinde uyguladığı bir politika vardır: Parçala ve yönet. Esasında bu strateji sadece yönetim alanında kalmayıp insanın başarmaya çalıştığı tüm işler ve cevabını aradığı tüm sorular için de geçerlidir. Bir yazar romanını bölümlere ayırarak yazar. Unuttuğu bir şarkıyı anımsamaya çalışan bir kişi önce ufak bir melodisini mırıldanır, defalarca tekrarlar ve diğer kısımları canlandırmaya çalışır. “İnsanlığa kısa, orta ve uzun vadede zarar veren her şey” tanımını sağlıklı inceleyebilmek için parçalamak gerekir.

İnsanlığa kısa vadede zarar veren şeyler nelerdir? Bu kısa vade kavramını yüz yıl ile sınırlandıralım. Bu kategoride genel olarak savaşlar, işgal, kutuplaşma, kötü yöneticiler gibi siyasete dayalı sorunlar yer almaktadır. Milyonlarca kişinin hayatını kaybettiği dünya savaşlarının dahi yaraları birkaç on yılda sarılabilmiştir.

Orta vadede zarar veren şeyler nelerdir? 100-3000 yıl arasını “orta vade” olarak tanımlayalım. Bu kategoride ise medeniyetlerin yok oluşu, bilimsel merakın engellenmesi, ırkçılık gibi ayrımcı düşüncelerin palazlanması gibi genel paradigma değişiklikleri gibi sorunlar yer alır. Örneğin kadın filozof İskenderiyeli Hypatia’nın bağnazlar tarafından katledilmesi, Avrupa’da yüzyıllarca süren cadı avıyla aynı sebepleri ve aynı düşünsel arka planı taşımaktadır.

Uzun vadede zarar veren şeyler ise çevresel ve doğal sorunlardır. İnsanlar teknolojiyi yanlış kullanarak doğaya zarar vermiştir ve bunun etkisi milenyumlar boyunca sürecek, belki de Dünya’daki canlılığın yok olmasına sebebiyet verecektir.

“Küresel ısınma, kaçak avlanma ve doğal yaşam alanlarının giderek küçülmesi nedeniyle birçok hayvan, nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.

Amerikan Doğa Tarihi Müzesi biyologları, 2028’e kadar dünyadaki hayvan nüfusunun yüzde 20’sinin yok olabileceği uyarısını yapıyor.

Şimdiye kadar yaklaşık 2 milyon hayvan türünün keşfedildiği tahmin ediliyor ancak bu sayı, keşfedilmeyi bekleyen ya da çoktan dünya üzerinden silinmiş türler dikkate alındığında hayvanlar dünyasının sadece küçük bir kısmını oluşturuyor.

Araştırmalar, son 400 yıl içinde 89 memelinin neslinin tükendiğini ve 169 memelinin neslinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını gösteriyor.” [2]

Sorunlar İçin Çözüm Araştırmaları

Kısa, orta ve uzun vadeli sorunları her ne kadar birbirinden ayırsak da esasında bu sorunların her biri diğerine yol açmaktadır ve birbirinden bağımsız çözülemez. Bu yüzden en temel sorunu bulup ona odaklanmak gerekir.

“Kısa vade” diye tanımladığımız siyasi sorunlar niçin ortaya çıkar? Bunun için karar merciine bakmak gerekir. Savaş kararı alan, yöneticilerdir. Ekonomiyi yönlendiremeyen ve fakirliğe yol açan, yöneticilerdir. Halkın kutuplaşmasına engel olamayan ya da bu kutuplaşmaya bizzat zemin hazırlayan, yöneticilerdir. Bu halde sorunları “kötü yönetici” unsuruna bağlayabiliriz, ancak bu yetersizdir.

Bir halkın yöneticileri o halkın içerisinde yetişir ve o halkın düşüncelerini benimserler. Doğrudan halkın yönetime katıldığı demokrasi rejiminden mutlak monarşiye kadar bu böyledir, çünkü halkıyla zıtlaşan bir yönetici yetkilerini uzun süre koruyamaz, isyanla devrilir. O halde rahatlıkla söyleyebiliriz ki yönetici halkın aynasıdır. Bu sonuç bir hadis-i şerifte, “Siz nasıl olursanız, öyle yönetilirsiniz.” olarak ifade edilmiştir. [3]

Kötü yönetici, cahil bir halkın işaretidir.

“Orta vade” diye tanımladığımız medeniyet sorunları da doğrudan aynı temele, cahil insan kitlelerine varır. Kütüphanelerin yakılması, cadı avları, linçler, bilimsel bilgiden yoksun bırakılmış bir insan kitlesi olmadan yapılamazdı. “Uzun vade” dediğimiz sorunların da kaynağı aynıdır, ne yapması gerektiğini bilmeyen insan kitleleri. Doğanın geleceğini tehdit eden hamlelere dur diyemeyen, uyuşturulmuş insan toplulukları.

O halde en temel sorun, toplulukların cehaletidir.

Çözüm stratejisinin temeli ise toplumsal eğitim olmalıdır.

Toplumsal Eğitimin İdeali

Toplumsal eğitim, en basit haliyle, bir toplumun her bireyini asgari bir eğitim düzeyine ulaştırmaktır. Tıpta yer alan “Primum non nocere” (Önce zarar verme) ilkesi, toplumsal eğitime de uygulanabilir. Eğitimli bir insanın, dünyaya fayda sağlamasa bile, en azından hiç kimseye zarar vermeyecek olgunluğa erişmesi gerekmektedir.

Örneğin eğitimli bir insan kendisini madde bağımlılığından uzak tutmalı, sağlığına dikkat etmelidir ve böylece kendisine zarar vermemelidir. Meşru müdafaa hariç şiddete başvurmaktan kaçınmalı, aile ve arkadaşlarıyla iyi geçinmeli, tanımadığı bir insana saygılı olmalı, fiziksel özellikler üzerinden dalga geçmemeli, ayrımcılık yapmamalıdır. Yine eğitimli bir insan çevreye zarar vermekten kaçınmalı, israf etmemeli, plastik tüketimini en aza indirmeli ve karbon ayak izini küçültmeye çalışmalıdır.

“Zararsız” bireyler yetiştiren toplumsal eğitim, başarılı bir toplumsal eğitimdir.

Burada bir yanılgıyı da düzeltmek gerekir. Halk içerisinde “eğitim” dendiğinde sadece “akademik eğitim” anlaşılır. Fakat akademik eğitim, yeterli bir toplumsal olgunluk sağlamaktan çok uzaktır. ABD’de şiddet mağduru kadın ve çocuklar üzerinde çalışan Prof. Evan Stark’ın röpörtajından bir bölüm:

“Daha çok ekonomik zorluk içinde olan erkekler mi dövüyor. Ya da ekonomik gücü olmayan, eğitim seviyesi düşük kadın mı dayak yiyor?

Stark: Bazı yerlerde, erkeğin işsiz olduğu ailelerde şiddet daha çok görülebiliyor. Ama aynı şekilde yetkili pozisyonda bulunan erkekler, öğretmen olsun, polis olsun, avukat, doktor ya da lider, bakan olsun eşlerini dövebiliyor, taciz ve şiddet uygulayabiliyor. Bu çok yaygın bir durum.

Hangi kadınlar dayak yiyor?

Stark: Ödüller kazanmış gazeteci, borsa simsarı, siyasetçi, avukat, doktor, mimar, mühendis hatta üniversite dekanı kadınlar bile dayak yiyor, eşlerinden taciz görüyor.” [4]

Herkesi üniversite mezunu yapmak kulağa hoş gelse de bunun topluma ve sorunlarımıza gerçek bir faydası yoktur. Toplumsal eğitim, “diplomalı cahil” terimini de silebilen eğitimdir.

Toplumsal Eğitime Engel Olabilecek Durumlar

Fizikte eylemsizlik yasası, cisimlerin hareket durumunu koruma eğiliminin var olduğunu söyler. Doğa değişime direnir. Dolayısıyla toplumsal eğitim girişiminde en büyük engel eğitilmek istemeyen toplumun direnci olacaktır.

“Ben profesörüm ne eğitimi?”, “Ben cahilim anlamam, babamdan öyle gördüm.”, “Böyle gelmiş böyle gider”, “Eski köye yeni adet” gibi çeşitli söylemler toplumsal eğitim idealine gönül verenlerin karşısına her aşamada çıkacaktır. Bu yüzden eğitim vermek isteyenler öncelikle kendilerini donatmalı; azim, sebat, sabırlılık, ikna edicilik gibi özelliklerini geliştirmelidirler.

Toplumsal eğitimin önüne çıkabilecek başka bir engel ise “yukarıdan” gelen engeldir. Yöneticiler veya zenginler nüfuzlarını kullanarak bu eğitim girişimine engel olmak isteyebilirler. Örneğin Türkiye’de, 1936-1954 arası açık kalan Köy Enstitülerinin, toprak ağalarının isteğiyle kapatıldığı söylenir. Çünkü köylüler eskisi gibi her işlerinde ağaya danışmıyor, ağaların nüfuzu azalıyordu. [5]

Toplumsal eğitimin önündeki bir başka tehlike ise eğitim verenlerin zorluklar karşısında değişerek radikalleşmesi ve eleştirdikleri zararı kendilerinin vermeye başlamasıdır. Nietzsche, “Kayıp Kelimeler” adlı kitabında bu tehlikeyi şu sözlerle ifade etmiştir: “Canavarlarla savaşan kişi dikkat etmelidir ki kendi bir canavara dönüşmesin. Sen dipsiz bir kuyuya uzun uzun baktığında, dipsiz kuyu da sana bakar.”

Eğitim idealini benimseyenler öz denetim mekanizmalarını geliştirmeli ve yapıcı eleştirilerden korkmamalıdır. Ancak bu şekilde “canavarlaşmak”tan kurtulmak mümkün olur.

Özet

Dünyanın en büyük sorunu, insana zarar veren her şeydir. Doğaya verilen zararlar da insanın kendisine verdiği zararlar kapsamındadır.

Sorunlar “kısa vadeli”, “orta vadeli”, “uzun vadeli” şeklinde üçe ayrılır.

Kısa vadeli sorunlar, zararı yüzyıl içinde telafi edilebilecek sorunlardır. Savaş, iç karışıklık ya da kötü politikalar gibi.

Orta vadeli sorunlar, zararı birkaç yüzyıldan birkaç milenyuma uzanan sorunlardır. Kütüphanelerin yakılması, bilginin yok edilmesi, ayrımcılığın benimsenmesi bu türden sorunlardır.

Uzun vadeli sorunlar ise zararı binlerce yıl boyunca telafi edilemeyecek kalıcı değişikliklere yol açan sorunlardır. Küresel ısınma uzun vadeli bir sorun çeşididir.

Bütün bu sorunların temeline baktığımızda “bilinçsiz halk kitleleri”ni görürüz. Kötü yöneticileri bilinçsiz kitleler seçer, ayrımcılığı bilinçsiz kitleler benimser ve doğaya da bilinçsiz kitleler zarar verir.

Dolayısıyla temel çözüm “toplumsal eğitim”dir. Toplumsal eğitimin hedefi akademik olarak bilgili bireyler yetiştirmek değil, “zarar vermemeyi” prensip edinmiş bireyler yetiştirmektir. Toplumsal eğitimin önünde üç ana engel vardır. Birisi değişime direnen toplum, ikincisi çıkarlarına zarar gelmesini istemeyen nüfuzlu odaklar, üçüncüsü ise eğitimcilerin radikalleşmesi ve eleştirdikleri hale dönüşmesi.

Kaynakça

Yazıyı nasıl buldunuz? Lütfen yorumlarda belirtin. Bu arada, kaynakçadaki bazı linkler şu an çalışmıyor fakat orijinalini bozmamak için değiştirmedim.

Liste(leri) seçin:
Bu alan gereklidir.

Yorumlar

“Dünyanın En Büyük Sorunu” için 3 yanıt

  1. Beyza

    Yazını okumak her zamanki gibi keyifli:) Çözüme engel olanlar konusuna gelirsek nüfuzlu kimseler her daim var olacaklar ama belki bir insanı neyin nüfuzlu yaptığını tekrar değerlendirebiliriz. Parayı ve ezici gücü yüceltmek yerine atılımda bulunanları ve bilgi gücünü destekleyebiliriz. Evlilik adetlerimiz bile toplumca neye değer verdiğimizi gösteriyor. Her alanda kriterler değiştirilebilir ve gereksinimler sorgulanabilir. Yine de gerçekçi bir çözümden bahsetmek için ortak bir bilinç oluşması gerekir.
    Eğitimcilerin radikalleşmesini engelleyebilecek yegane şey “bilmeme”nin normalleşmesidir bence. Bir sorunun muhattabı o soruya cevap vermek “zorunda” hissettiği sürece radikalleşme artar ve soru soranlar da engellenmeye başlar.
    Değişime direnen toplumla ilgili ise sevgili yazarın yorumunu merak ediyorum. Günümüzde CV doldurmak ve iş hayatında bir adım öne geçmek için insanlar çeşitli kurslar alıyorlar. Bu düzeyde rekabetçiliği eleştiren pek çok insan var ama ben başka bir şey soracağım. Soft skills (destekleyici beceriler) kazanan insanlar yeniliklere daha açıktır ve bu konuda kendilerini geliştirmekte olan insanlardan oluşan bir toplum daha az direnç gösterir diyebilir miyiz?

    1. Çok teşekkür ederim 🙂 Nüfuz algımız konusunda haklısın. İnsanlar paraya olduğundan fazla değer vermese, zenginler de o kadar güçlü olamaz. Umarım ortak bilinci oluşturabiliriz.
      Soru sormak ve “bilmiyorum” demek normalleşmeli. Burada da tespitine katılıyorum.
      Toplumlar genel olarak değişime direnirler fakat tabii ki bireysel bazda kendini geliştirmeye açık olan insan toplumsal değişimlere de daha az karşı duracaktır.

  2. Not in it business.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir