Wattpad ile Nasıl Tanıştım?

Genç okurlar arasında yüksek bilinirliğe sahip olan, bünyesinden edebiyat dünyasına iyisiyle kötüsüyle birçok yazar kazandırmış; kimi zaman önyargıların, eleştirilerin yahut takdirlerin hedefi olan Wattpad serüvenimi bu yazıda anlatmak istiyorum.

Wattpad, 2006 yılında Kanada’da kurulan bir sosyal mecra. Kullanıcıların kaleme aldıkları yazıları diğer kullanıcılarla buluşturmasını sağlıyor. Kısacası, bir okur yazar platformu.

Buradaki kitapların herhangi bir editöryal denetleme olmadan yayımlanması olumlu ve olumsuz sonuçlar getiriyor. Özgürlük ve erişim kolaylığı iyi etkilere örnek; fakat niteliksiz eserlerin popüler olduğu için öne çıkması gibi kötü yanları da var.

Yıl 2014, Wattpad’de hesap açıyorum.

Siteyi nasıl keşfettiğimi hâlâ hatırlamıyorum. Sağda solda görmüş olmalıyım, ardından da birkaç tıkla hesap oluşturmuş. Her zaman yazmayı seven birisi oldum; fakat yazdıklarımı böyle bir yerde yayınlama fikri benim için yeniydi.

Daha önce yazdıklarımın çoğunu siler, az bir kısmını bilgisayarda saklardım. Ha, bir de Facebook‘taki sayfalarda yayınladığım hayran kurgular vardı. Bu kurguları anlık olarak düşünüp yazardım ve çoğunlukla yayınlandığı yerde kalırdı. Bu yüzden iki tanesi hariç hiçbirinin adı da konusu da aklımda yok.

Bu hayran kurguları kimin hakkında yazıyordum, tabii ki de maNga‘nın. ☺️ Ergenlik yıllarımda iflah olmaz bir maNga delisiydim. Hâlâ şarkılarını dinliyorum ve en sevdiğim grup olma özelliklerini koruyorlar ama o eski delilik yok tabii, büyüdük.

Vahşetten Öte, hatırımda kalan iki hikâyeden birinin ismi buydu. 2013’te, Rockluminati diye bir sayfada yazmıştım. Her bölümü heyecanla takip eden on kişilik sanal arkadaş grubum vardı. Onların adını da hikâyede kullanıyordum. Psikopatça bir hikâyeydi. Katil grup üyelerini kaçırır, ormanda bir köşkün bodrumuna kapatır ve işkenceler yapar. Arkadaşlar arasında lakabım Testere 8 olmuştu. Bilimkurguya sevdalanana kadar katil, korku hikâyeleri yazmayı severdim.

Sonraları Vahşetten Öte’yi birkaç kez yeniden yazmaya çalıştım, hayran kurgu halinden çıkararak özgün karakterler koydum ama olmadı. O maya bir daha tutmadı.

V. Öte’yi yeniden yazmaya çalıştığım dönemlerden kalma bir resim.

Ta ki aklıma, bu hikayeyi yine mayası tutmayan başka bir hikâyemin içine zerk etme fikri gelinceye kadar…

Evet, Balçık ve Sırça‘dan bahsediyorum! 2016’da başladığım, defalarca silip yeniden başladığım, insan benzeri megala adlı yaratıklardan bahsettiğim bu romandan.

Okuyanlar hatırlar, ilkin başkarakter olarak yalnızca bir zarkanat olan Horan vardı, gündelik dertlerinden bahsediyordu vs. Daha sonra kaçırılan insanlar girdi işin içine. İşte romanın o kısmı, Vahşetten Öte’den geliyor. Şimdilik tuttu gibi. Bakalım bu sefer bitirebilecek miyim?

(2024’ten güncelleme: Bitiremedim. Tekrar yazmaya başlarsam, Balçık ve Sırça çok daha farklı olacak. İçinde Vahşetten Öte’den bir iz kalmayacak.)

Hayran kurgu dönemlerimden aklımda kalan ikinci hikâye ise Ben Senden Vazgeçmem. 2014’te bir sayfada üç beş bölüm yazıp yarım bırakmıştım. 2017’de taslaklarını bulunca, fan-fic ögelerinden arındırarak özgün karakterlerle yeniden yazdım.

(2024’ten güncelleme: Daha sonra Ben Senden Vazgeçmem’i Wattpad’den kaldırıp bir kez daha düzenleyerek, karakter isimlerini tekrar değiştirerek İzinsiz adıyla Google Play’de yayınladım.)

İşin özü, 2014’de Wattpad hesabımı açtım ve birkaç ay dokunmadım.

Yeni arayışlar içerisine girmiştim.

Ertesi yıl, yani 2015’te boşluk içerisindeydim. Dini açıdan kafam karışıktı, hayatım açısından kafam karışıktı, derslerim berbattı vs. Bu kötü dönemde yazmak, ilahi yardım gibi, zeytin dalı gibi uzandı bana.

Yazmaya başladım. Yazıyordum, yeni bölümler ekliyordum, bir yandan eski yazdıklarımı da yayınlıyor, diğer yandan sosyal medyada reklam yapıyordum. Yaşam Nakli, o dönem yazdığım ve en çok güvendiğim kitaptı. Bunun dışında yazdığım birkaç kitap daha vardı fakat zayıf oldukları için sildim; mesela Rüyalar Kızı diye bir aksiyon kitabı yazıyordum, gündüz lise öğrencisi, akşam ise mafya fedaisi olan bir ergen kız. Klişelerle doluydu.

“Yaşam Nakli”nin eski adı “Canlı Reenkarnasyon”du. Yukarıdaki, en eski kapağı. “Hayatı Göster Bana”, şimdiki “Seçme Şiirler”in eski adı. “Kardeşim Poli”, “Üç Kentin İsyancısı” için bir süre kullandığım gereksiz ve alakasız bir isim. “Yırtık Pasaj”da ise kısa hikâyeler yayınlıyordum, ömrü uzun olmadı.

Papatya Tarlasında Rönesans‘ın ilk taslağını da bu yılın başında yazmıştım, ancak Wattpad’de yayınlamam Eylül ayını bulacaktı ve ilk kez o ayda başarıyı tatmaya başlayacaktım.

Papatya Tarlasında Rönesans’ın en eski kapağı. Altı yıllık.

Papatyaların arasında benim için bir umut doğmuştu.

Papatya Tarlasında Rönesans‘ı güçlü bir ilhamla yazmaya başlamıştım. Cümleler zihnimde inşa oluyordu bir bir. Çoğu zaman ellerim, beynimin hızına yetişemiyordu. Kitap, Wattpad üzerinde de ciddi ilgi gördü ve her bölüme gelen yorumlar da isteğimi artırdı.

Yazmaya başladığım ilk günlerde kitabı tanıtmak amacıyla videolar yapmaya başlamıştım. Elbette ki gerek teknik bilgim, gerek maddi gücüm bir kısa film çekmeye yetmezdi; ben de var olan filmlerden uygun sahneleri keserek yapıyordum.

Videoları kesip art arda eklemek için Windows Movie Maker 12‘yi, müzikleri düzenlemek için de Audacity‘yi kullandım.

Kitaptaki karakterlerimi temsil edebilecek kesitler ararken S. Darko adındaki film imdadıma Hızır gibi yetişti. Hem başroldeki oyuncu, Crescent’a -kitabın başkarakterlerinden biri- benziyordu, hem de film doğru düzgün izlenmemişti.

Donnie Darko filmini bilirsiniz, zaman paradoksuyla alakalıdır, gerçekten güzel ve beyin fırtınası yaptıran bir filmdir. Yine muhtemelen bilirsiniz ki çok sevilmiş kaliteli filmlere bazen sırf para için devam filmi çekerler ve bu yenisi berbat olur. Hah, işte S. Darko da o filmlerden biri.

Ben de eski basma elbiselerden yeni kıyafetler yapan terziler gibi aldım, kestim, biçtim ve video haline getirdim. Bir gece tamamen uyanık kalarak, on saat boyunca uğraşarak şu tanıtım videosunu ortaya çıkardım:

Kitabın kaderi bu videodan sonra yol ayrımına uğradı. Facebook’taki Wattpad Türkiye grubuna yükledikten sonra kısa bir süre içerisinde 200 üzeri beğeni ve yorum aldı. Sevinçle karışık şaşkınlığımı çok net hatırlıyorum.

İlerleyen günlerde Papatya Tarlasında Rönesans, Wattpad’in Tarihi Kurgu kategorisinde ilk sıralara çıktı, birincilik ile ikincilikte uzun süre salındı ve 2016 yılının Mayıs ayında finali yayınlandı. (Yazımını birkaç ay önce bitirmiştim, Şubat ya da Mart. Birikmiş bölümlerden yayınlıyordum.)

Fetret Devri

2016’nın sonbaharında bugün hâlâ bitiremediğim Fatma’nın Portresi ve Balçık ve Sırça isimli kitaplara başladım. Ne var ki kitaplar bir türlü içime sinmiyor, düzenli bölüm atamıyordum. Makineli tüfek gibi çalışan zihnimin kurşunu bitmişti. Diğer yandan biten kitabım hakkında hayal kuruyor, ulaşamadıkça da umutsuzlaşıyordum. Artık yazar olmayı, basılı bir kitabımın olmasını istiyordum fakat ne yapacağımı tam olarak bilemiyordum.

2017’nin ilkbaharına kadar bu durum böyle sürdü. Mart ayında ise Wattpad’den bir mesaj geldi. Soysal Yayın Grubu, Papatya Tarlasında Rönesans hakkında görüşmek istiyordu.

Böylece görüştük, sözleşmeyi imzaladık -kitabın basımı bazı sebeplerden dolayı ertesi yıla sarktı- ve fetret devri sona ermiş oldu. Umudum, heyecanım ve ilham perim geri gelmişti.

İlham Yedi Kez Kapıyı Çalıyor

Ankara’da, yurtta öğrencilik hayatıma devam etmekteydim o sıralar. Kimi zaman geceleri uyku tutmuyordu. Ben de boş ve karanlık mutfağa geçiyor, dolaşıyor, hayal kuruyordum.

Hayallerimde ısrarla aynı figür belirmeye başlamıştı. Bir kız. Saçları kısa. Başta Scooby Doo’daki Velma’ya benzetiyordum onu, fakat zamanla görünüşü karakteristik özellikler kazanmaya başladı.

Bir de genç bir adam vardı. Uzak yollardan, bu kızı ziyarete geliyordu. Niçin geldiğini bilmiyordum. Bu kız uzayın ücra köşelerinde tek başına yaşıyordu. Başta, yalnızca bu iki figür vardı.

Bir gece onlara isim koymam, daha doğrusu isimlerini bulmam gerektiğini fark ettim. Zihnimden çağrışımlar esti, dilimin ucuna isimler geldi. “İskender…” diye geçirdim içimden, evet, buydu işte! Kızın adı da Hayat’tı. Hayat ve İskender, kafamda oluşmuşlardı artık. Onlara bir öykü yazacaktım. Bir gün, bir öykü yazacaktım ve uzayda geçecekti.

Israrla zihnim bazı kavram ve sembollere takılmaya başladı. Kara delik. Zamanın göreceliği. Yedi sayısı. Menora (yedi kollu şamdan). Ülü’l-azm peygamberler ve altı kişi olmaları. Kuran-ı Kerim’de, evrenin altı günde (evrede) yaratıldığının bildirilmesi. Altı. Yedi. Kara delik. Zaman. Birleştirmeliydim bunları. Çıldıracak gibi oluyordum ama tatlı bir çılgınlıktı bu.

Birkaç gün düşündükten sonra ileride bir seri yazacağımı düşünmeye başladım. Adı, Yedi Mum olacaktı. Kitap isimleri ise sırasıyla Yedinci Mum, Altıncı Mum… diye gidecekti. Hayat ve İskender de baş karakterler olacaktı. Uzun bir araştırma ve planlama yapmam gerektiğini, 2020 yılında yazmaya ancak başlayabileceğimi düşünüyordum.

Okul tatile girdi, eve döndüm ve bir Temmuz gecesi yukarıdaki sanım yerle bir oldu. Çünkü ilk bölümün kelimeleri zihnimde aniden somutlaşmış ve yazılmaya hazır hale gelmişti.

Diz çöktüm, ilk bölümün geçtiği uzay istasyonunda hissedebilmek için derin derin nefes aldım ve bir süre sonra kalkıp Yedi Mum Serisi’nin ilk cümlelerini yazmaya başladım.

“Buradasın, diye düşündü. Yıldız tozlarının hücrelerini oluşturduğu yerde…”

30 Aralık 2017, 1111 oya ulaşınca ekran görüntüsü alıp kaydetmişim.

Sonraki üç yıl boyunca aktif olarak yazdım, okudum. Papatya Tarlasında Rönesans 2018’de basıldıktan sonra onu tanıtmak için bir İnstagram hesabı açtım, orada kitap yorumlamaya başladım, bu sırada okuldan mezun oldum, işe girdim, Yedi Mum Serisi’ni tamamladım, böylece bugüne geldik.

İşte Wattpad’le böyle tanıştım. Umarım gelecek günler hepimize güzellikler gösterir.

Liste(leri) seçin:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir