ALTINCI MUM – Yedi Mum Serisi #2 – Ön Okuma

Hoş geldiniz! Bu ön okumada Altıncı Mum‘un ilk bölümü bulunmaktadır. Bu kitap, Yedi Mum Serisi’nin bir parçası olup yayın hakları Nar Ağacı Yayınları‘ndadır.

Ecem Akgüç‘ün sesinden dinlemek için:

⟡⟡

Yer kıvrılarak üzerine devrilmek üzereyken gözlerini kapattı. Can vermeyi beklerken gürültüler bir anda dindi. Sırtında büyük bir yük hissedeceği yerde vücudu hafifledi, boşlukta kaldı. Geriye önce ağırlık döndü, sonra pis ve yapış yapış bir soğuk. Derisi yere değen dizlerinden dirseklerine dek üşüdü. Kirpiklerini aralayan İskender kendisini çamurlu bir su birikintisinin içerisinde buldu. Üstünde bulutlu gök, altında balçık vardı.

Bileğinin iç kısmını kaldırdı ve orayı lekesiz gördüğüne memnun oldu. Kolunda askerlik dönemine ait düşük güçte bir nüve aygıtı vardı, enerjisi dolu olduğu zaman görünmezdi, kullanıldıkça kendini Güneş Sistemi amblemi şeklinde siyah bir dövme olarak belli etmeye başlardı.

“Beni sudan kurtar.” cümlesini geçirdi içinden. Bilgisayarın ekranı doğrudan beyninin içinde canlandı. “Sentetik kemikten bir platform hazırlanıyor. Enerjinin yüzde üçü kullanılacak.”

Dizlerinin altında sert bir zemin yükselmeye başladı. Bataklıktan tamamen kurtulduktan sonra belindeki çamurlu paçavrayı atan adam, beş kelimeyi art arda düşündü. “Banyo, tırnaklar, saç sakal, kıyafet.”

“Banyo hazırlanıyor. Tırnak bakımı için manikür ve pedikür seti hazırlanıyor. Sanal kuaför hazırlanıyor. Kıyafeti nasıl istersiniz?”

Sahibinin sabırsızlığını algılayan bilgisayar ikinci bir bildirimden sonra işe başladı.

“Kıyafet VARSAYILAN olarak ayarlandı.”

Su molekülleri vücudunda dolaşırken teni karıncalanıyordu. Tırnaklarının etleri sıyrılıyor, dipleri hafifçe yanıyordu. Ona kadar sayana dek işlem bitmişti. Başını eğen asker aygıtın giydirdiği kıyafete baktı. “Bari sivil bir şeyler giydirseydin.” dedi gülerek. Üzerindeki kıyafet, zırhın altına giydikleri siyah tişört ve gri pantolonun aynısıydı. “Sanki kışladayız. Zırh da verseydin.”

“Zırh hazırlanı…”

“Dur! Şakaydı!” Bilgisayar durunca derin bir nefes aldı. Enerjinin yüzde yirmiden fazlasının harcanmasına canı biraz sıkılsa da bu zafer duygusunu etkilememişti. “Vay…” dedi masanın üstünde bağdaş kurarken. Su birikintisinin kenarlarından yükselen yabani otları seyrederken mırıldandı: “Medeniyetin gözünü seveyim be!”

Kozmos Birliği’nin üssünü yok etmek amacıyla Cüce Yılan Gökadası’na operasyon düzenleyen Bağımsızlık Hareketi’nin bir üyesi olan İskender Mısri, orada yaşayan kişiyi, üssün çevresinde döndüğü kara deliğin içine atarak imha etmekle görevliydi. Ne var ki merhameti ağır basmış, istasyondan ayrılmak için gerekli düzeneği çalıştırırken öldürülmesi istenen insanı yanına almıştı.

Kullandığı yönteme “kütleçekimsel yansıma” adı veriliyordu. Atom altı parçacıklar kütleçekim dalgalarına dönüşüyor; bir nevi, bedenini oluşturan atomların kalıbı çıkıyordu. Bu yöntem ilk ortaya atıldığında kimi bilim insanları kütleçekim dalgalarının ışık hızını aşamayacağını söyleyerek karşı çıkmıştı. “Güneş bir anda yok olsa…” demişlerdi, “… Dünya sekiz dakika bunun farkında olmadan döner.”

Yönteme olumlu bakanlar ise klasik fizik mantığının bir kenara bırakılması gerektiğini savunuyorlardı. Klasik fizik büyük -atomdan daha büyük- maddelerin, düşük -ışık hızından çok daha düşük- hızlardaki hareketlerini incelerdi, başka bir adı da “Newton fiziği”ydi ancak bazı bilim insanları Einstein’ın kuramlarını da klasik fizik içerisinde sınıflandırıyordu. Klasik kuramlar atom altı parçacıkların davranışlarını açıklayamıyordu. Bu noktada kuantum mekaniği devreye giriyordu.

Kütleçekimsel yansımanın destekçileri bu yöntemin “kuantum dolanıklığı” prensibiyle çalıştığını anlatıyorlardı. Kuantum fiziğinde, birbirine dolanık parçacıklar -aralarında ne kadar mesafe olursa olsun- birbirini anında etkilerdi. Dolanmış parçacıklardan biri sağdan sola döndürülürse, diğeri de tam o anda dönmeye başlardı. Bu husus deneylerle milyonlarca kez doğrulanmıştı. Yine kuantum fiziğine göre her parçacık dalga gibi, her dalga da parçacık gibi davranabildiğine göre yaydığı kütleçekim dalgaları üst üste binmiş cisimler fiziksel olarak da anında bir araya gelebilirlerdi.

Yıldızsal mesafelere seyahat için iki yol öne çıkıyordu: kütleçekimsel yansıma ve bükümlenme. Ne var ki ilki geliştirilemedi, ilgili projeler destek almadı, çünkü yansımayla yapılan yolculuklar yönetici yapay zeka tarafından denetlenemiyordu. Bunun yerine dördüncü milenyumda bile daha pahalı, tehlikeli ve yavaş bir yöntem olan bükümlenme kullanılırken, yansımanın adı birkaç ileri teorik fizik dersinde kaldı.

Kara deliklerin ışığın bile kaçıp kurtulamayacağı kavramsal sınırına olay ufku denirdi. Kara deliğe düşmekte olan bir madde olay ufkunu geçtikten sonra dalga formuna dönüşse bile kara deliğin dışına çıkamazdı. Kara deliğin merkezinde sönümlenene dek dönüp dururdu. Eğer bilinci varsa, kendisini ulaşılmak istenen yerin geçmişine ait sanal bir görüntüde bulurdu.

Tıpkı asker ile genç kızın mavi göğün altında gözlerini açtığı gibi.

⟡⟡

Okuduğunuz için teşekkürler!

Liste(leri) seçin:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir